18 Haziran 2010 Cuma

Çok büyük bir şeyler oluyor...

İçimden bir türlü bu duyguyu atamıyorum.
Çok büyük bir şeyler oluyor...
Çok önemli bir şeyler...

Çocukluğumdan beri sorduğum tüm sorular; neyim, kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, burada olmamın amacı ne, ölünce nereye gideceğim (yok olmayacağımdan her zaman emindim çünkü), orada neler var, sevdiklerim olacak mı, herkes sevdiğim mi olacak, nasıl bir yer, uzay nasıl, nasıl oluyor da uzayın mantığı ile bedenimizin mantığı bu kadar benzeyebiliyor gibi yüzlerce soru kafama bir kerede üşüşüyor, sonra bir kerede ve aynı anda cevap buluyor gibi oluyor, sonra yine karışıyor...

Dünyaya bağlanıyorum zaman zaman, mala mülke, yaptığım işe, çevremdeki insanlara, onların beklentilerine, kendi dünyasal beklentilerime, kızdığım insanlara kızıyor, sevdiklerimi seviyor, aynada kendime bakıp beğenmediğim şeyleri inceliyor, kendimi bir güzel eleştiriyor, insanları hizaya getirmeye çalışıyor, benim istediğim kalıba sokmaya çalışıyor, dünya ile kavga edip duruyorum...

Yuvaya bağlanıyorum zaman zaman, herşeyi akışa bırakıyor, anda ve farkında kalıyor, olayları bütünsel açıdan değerlendiriyor, düşüncelerden kendimi arındırıyor, nefesime odaklanıyor, canlı cansız tüm varlıklara sevgi saçıyorum. O anlarda kendimi öylesine tam hissediyorum ki, hiç bir şeye ihtiyacım kalmıyor, ışık oluyorum adeta...

Bu gidiş gelişler öylesine yorucu ki, bir rock müzik çalan bir new age çalan radyo frekansına bağlanmak gibi. Bir ona bir buna bir ona bir buna... Hani birinde böyle davullar, baslar, elektro gitarlar kafama kafama vuruyor, diğerinde sanki durgun bir suda yüzermiş gibi sessiz sakin oluyor, bu dengesizlikten açıkçası aptala dönüyorum.

Ama işin ilginç tarafı çok ilginç gelişmeler oluyor bedenimde. Bedenim artık benimle konuşuyor! (Biri söyledi bunu bana, laf benim değil ama birebir doğru) Üst benim, asıl ben, bedenim, varlığım adı her neyse benimle konuşuyor. Bu nasıl rahatlatıcı nasıl güven verici bir şey anlatamam. Sanırım bu yolculukta ilk hallettiğim şey yaşam boyu en büyük korkum ve güvensizliğim oldu. Yalnızlık korkusu. Eski zamanlarımda yaraya tuz basar gibi bayram tatillerinde falan 9 gün eve yalnız kapanır, kendimi acılar içinde, bunalımlara gark ederdim. Ne çok zevk alırdım bundan. Acıdan ne kadar çok zevk alırdım. Oysa artık kalabalıkta da yalnız da yalnız hissetmiyorum. Ben Bem'im çünkü. Ben Tüm'üm dolayısı ile yalnız olmam mümkün değil zaten.

Güvenmek başka bir konu. Olana, olması gerekenin olacağına güvenmek. Burada da büyük gelişme sağladım, kendimi çok takdir ediyorum şimdi, hakkımı teslim edeyim yani. Paranın geleceğine, yolun akacağına, güneşin açacağına, her zaman sabahın olacağına güvenmek. Olmayanın olmamasının, olanın olmasının tam da olması gereken şey olduğuna güvenmek dünyanın en rahatlatıcı hissiymiş. Bunu anlamak için yıllarca kendimi yıprattım. Olsun yıpratmış olayım. Yaptığım herşeyi yapmam gerektiğinden yapmadım mı? :)

Ah şu dualite yok mu? Nasıl da yapışıyor nasıl, çıkmayan çift taraflı bant gibi. Duvardan söküp alıyorsun ama izi kalıyor, izini temizlemek için bin türlü numara yapman gerekiyor. Ama herşeyi o an yaparsan iş kolaylaşıyormuş, bin kere söylendi anlayamadım, içselleştiremediğimden tabii, yoksa anlamadığımdan değil. Ama bir kez içselleştirdikten sonra herşey su gibi akıyormuş. Gördüm.

Oluyor oluyor, yavaş yavaş oluyor. An be an oluyor. Ama oluyor. Tanrıya şükür ki oluyor! Kesin çok çok büyük bir şeyler oluyor. Biliyorum.

4 yorum:

  1. bu nasıl oldu anlatır mısın gerçekten benimde ihtiyacım var

    YanıtlaSil
  2. Olmayanın olmamasının, olanın olmasının tam da olması gereken şey olduğuna güvenmek özellikle buna güvenmeye o kadar çok ihtiyacım varki bu görüşü nasıl içselleştirdiğini ve nasıl bu kadar değiştiğini bilmek istiyorum ben daha gencim fakat düşüncelerim ve çırpınışlarım beni çok yaşlandırdı gibi hissediyorum ve bu durum sadece beni etkilese iyi ailemi üzüyorum görünürde çok iyi koşullarda yaşarken yinede kendimi mutsuz hissetmem ve arayışta olup sonunda depresyona girmem,antidepresanlarla yaşamam ve henüz 18 yaşında olmam sorun bu işte

    YanıtlaSil
  3. Bunun kolay olduğunu söylemek istiyorum ama sana çok anlamsız geleceğini biliyorum çünkü ben de yaşadım. Hele de 18 yaşındayken. :))) Hayat her an bir seçim yapmak sevgili genç dostum. Her an mutsuz olmayı, canını sıkmayı, şikayet etmeyi, suçlamayı, yaşarken ölmeyi seçebilirsin ya da sakin durmayı, kabul etmeyi, olduğu gibi mutlu olmayı seçebilirsin. Büyük resmi görmeyi deneyebilirsin. Çoğu zaman durduğumuz tam da o noktada değerlendiririz yaşamı. Oysa yaşam "tek", "tam" ve sonsuz, sınırsız. Demek istediğim plan senin durduğun yerden çok çok daha büyük. Kendini ego'na, dualitenin oyunlarına kaptırabilirsin ya da büyük resmi görebilirsin. Taa yukarı çıkıp bak, geçmiş dediğine, nesiller boyu gerisine, geleceğe, nesiller boyu geleceğe. O zaman sorun ettiğin şeylerin hiç bir şekilde sorun olmadığını, mutsuzluklarının bambaşka bir insanın mutluluğu olabileceğini, herşeyin göreceliğini, iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış vs. vs. yargılarının sadece yargı olmaktan, senin düşüncelerin olmaktan öteye gitmediğini göreceksin. Bunlar senin düşüncelerin ve bu düşünceleri değiştirmek sadece bir anlık bir seçim. Yeni bir seçim yap. Canın sıkıldığında ağaçlara bak. Yüzyıllarca sıkılmadan, büyük bir kabulle yaşıyorlar. Mutsuz olduğunda güneşe bak, nasıl da içini ısıtıyor. Hayata lanet ettiğinde kendine bak. Ne kadar muhteşem bir yaratım... Umarım bunu okursun. Bana mail atarsan yazışabiliriz. Destek olmaktan çok mutlu olurum. Sevgi ve ışıkla kal...

    YanıtlaSil